8 Mayıs 2015 Cuma

Karanlıkta Diyalog


Geçen yıl beni çok etkileyen, çok enteresan bir etkinliğe katıldım. Etkinlik kelimesi doğru mu emin değilim gerçi, bir nevi "görme engellilerin hayatını deneyimleme" de diyebiliriz.
Gayrettepe Metro durağından geçtiyseniz "Karanlıkta Diyalog" tabelalarını görmüşsünüzdür mutlaka, işte Gayrettepe Metro durağında bu eşsiz deneyim için bir mekan hazırlamışlar, http://www.dialogistanbul.com/anasayfa
Biletinizi metro istasyonundaki gişeden de alabilirsiniz ama bence önceden biletix'ten almakta fayda var, çünkü son anda yer bulamayabilirsiniz. Karanlık ortama girmeden önce saat, telefon, çanta gibi eşyalarınızı kilitli kasalara koymanızı, yanınıza sadece kasa anahtarını ve biraz da para almanızı söylüyorlar. Ve içeri girme vakti geldiğinde yaklaşık 90 dakika sürecek bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bu yolculuğun çarpıcı kısmı, kapkaranlık bir ortamda geçiyor olması, gerçek anlamda hiç ışık yok, o yüzden bir süre sonra gözünüz alışıp ortamı görme şansı olmuyor. Bu yolculukta size görme engelli bir rehber eşlik ediyor. İçeriye girmeden önce size görme engellilerin kullandığı bir baston veriyorlar, bastonu nasıl kullanacağınız ve genel konsept hakkında kısa bir bilgiden sonra yaklaşık 9-10 kişilik bir ekiple tek sıra halinde içeriye giriyorsunuz ve hayatınızın en garip deneyimlerinden biri başlamış oluyor.
Ortamın karanlık olacağını biliyordum ama içten içe bir süre sonra gözümün alışacağını ve az da olsa göreceğimi düşünmüşüm sanırım ama gerçek anlamda sıfır ışık, kesinlikle hiç bir şey görmek mümkün değil, bu kısmı tam olarak idrak edememişim. İtiraf ediyorum ki ilk başta gerçekten çok korktum, hatta vazgeçip çıkmak istedim. Kardeşimle birlikte gitmiştik ve sürekli kardeşime seslenip, onun dokunabileceğim bir mesafede olmasını sağlamaya çalıştım. Hiçbir şey göremeyeceğinizi bilmekle hiçbir şey görememek arasında öyle büyük bir fark var ki... Bir de ben zaten kendi çapımda başarılı bir kötü durum senaristiyim, hemen kafamda "bu bir Testere filmi olabilir, birazdan hepimizi öldürecekler" şeklinde senaryolar yazmaya başladım bile. İlk anlarda gerçekten kendimi çok güvensiz bir ortamda hissettim, o kadar büyük bir çaresizlik ki. Karanlıktaki ilk dakikalarda bir elimizle duvara tutunarak ve diğer elimizle bastonu kullanarak, rehberimizin sesi eşliğinde bir ormandan geçtik, kuş sesleri, hafif nemli bir ortam, rehberimiz mesela sağımızdaki ağacı hissetmemizi söyleyince, o karanlık ve sessizlikte ağacı hissetmeye çalışıp, ağaca dokunduk ne ağacı olduğunu bilmeye çalıştık. Orman konsepti bitince, bir manava girdik, sebzeleri meyveleri dokunarak, koklayarak tanımaya çalıştık. Dokunmanın ve duymanın görme engelliler için ne kadar önemli olduğunu zaten biliyordum ama daha önce kokuyu hiç düşünmemiştim. Aslında bu 90 dakikanın sonunda görme engellilerle empati kurma konusunda ne kadar eksik olduğumu farkettim. Manavdan çıkıp yürümeye devam edince kendimizi Taksim'de bulduk, taksim kısmını ben hayal ediyorum tabii ki, kendimizi bir şehrin merkezinde, trafik ışıklarından karşıya geçmeye çalışırken bulduk, korna sesleri, satıcıların sesleri, insan sesleri birbirine karıştı, Tanrım ne kadar çok ses varmış!! Gün içinde bu seslerin ortasında yaşadığımız halde bu kadar yoğun duymuyoruz, iyi ki duymuyoruz. Ama işte orada, karanlıkta bu seslerin yoğunluğunu tüm zerrelerinizle hissediyoruz.
Rehberimiz karşıya geçebileceğimizi söyleyince, karşıya geçip, tramvaya bindik, karanlıkta ellerinizle boş koltuk bulup oturmaya çalışmak ne zormuş.. Tramvaya binince yine kardeşime seslendim ama bu sefer her zaman ki "buradayım" cevabı gelmedi, birkaç seslenmeden ve her saniye artan panik duygusundan sonra, bizim rehber ve grup toplu halde kardeşime seslenmeye başladık, ne kadar korktuğumu ve Testere serisinden karelerin gözümün önünden kaç defa geçtiğini söylememe gerek yok sanırım, bir süre sonra kardeşimin sesini duyduk, kaybolmuş ve ilerleyip yanlışlıkla başka bir gruba katılmış, bir şekilde yanlış grupta olduğunu anlayınca geri dönmüş!! Aman Tanrım, eğer ben kaybolmuş olsaydım sanırım çığlık çığlığa ağlıyor olurdum, bu kız gerçekten cesur, sanırım ailenin tüm korkaklık kontenjanını ben dolduruyorum.
Tramvaydan indikten sonra rehberimiz bizi özel bir alana aldı, duvarda hem bizim kullandığımız alfabe hem de altında görme engellilerin kullandığı alfabe olan Braille Alfabesi vardı, rehberimiz bize birer kağıt verip, braille alfabesi ile ismimizi yazmamızı istedi, dışarıya çıktığımız zaman nasıl yazmış olduğumuza bakıp, çok güleceğimizi bilmeden yazmaya başladık. Tüm grup ismini yazdıktan sonra bu sefer bir film dinledik. Evet sadece dinleyerek bir filmi anlamaya çalışmak, gözünde canlandırmak... Ama film daha önceden izlediğimiz bir filmdi ama ya bilmediğimiz bir film olsaydı, acaba gözümüzde canlandırabilecek miydik? Bir sürü şey düşünüyor işte insan...
Daha sonra bir vapur gezisine çıktık. Su sesi, dalgalar, martı çığlıkları eşliğinde yaptığımız vapur gezisinden sonra bir kafeye geldik. Karanlıkta içeceklerimizi alıp, oturduk ve rehberimizle sohbet ettik, rehberimiz bize hayatının nasıl olduğunu anlattı, sorularımızı sorduk, dinledik, düşündük. Ben o kadar sulugözlü bir insanım ki kimsenin beni görmediğini bilmenin rahatlığıyla sessiz sessiz ağladım, bir yandan ağlarken, bir yandan da görebildiğim için şükrediyordum.

Bu deneyim her açıdan eşsiz bir deneyimdi. Görmeden yaşamanın ne kadar zor olduğunu teoride bilmekle bu deneyimi pratikte yaşamak arasındaki farkı anlatamam sanırım... Eğer tüm şehir bu deneyimi yaşayabilse bence gerçekten görme engelliler için yaşanılası, "engelsiz" bir şehir düzenlenir.  Bu deneyimi yaşadığım günden beri görme engelliler hep aklımın bir köşesinde ve keşke hayatlarını kolaylaştırmak için üstümüze düşen neyse yapabilsek...